Gurbete çıkan Emirdağlıların hikâyesi, aslında bir ekmek arayışının öyküsüdür. 1960’ların başında bir tahta bavul, üç beş parça çamaşır, azık torbasında haşhaşlı katmer, domates, çörekotlu çökelek peyniriyle kara trenin vagonlarına binen hemşerilerimiz; Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika ve Avusturya yollarına düştüler.
İlk günler kolay değildi. Belçikalı, Yunanlı, Yugoslav bakkaldan bir yumurta isterken “gıdaklamaya” mecbur kalan insanımız, zamanla eşini, çocuklarını, ardından yakın akrabalarını yanına aldı. Çocuklar büyüdü, yeni hayatlar kuruldu.
Derken 1974 affıyla, Emirdağ’ın müzisyen Abdalları da Avrupa’ya adım attı. Bir zamanlar “abdal” diye hor görülen, ama düğünlerimizin vazgeçilmez neşesi olan bu sanatçılar, önce Belçika’ya sonra da Avrupa’nın dört bir yanına dağıldı. O günlerde Emirdağ usulü düğünler artık Avrupa’da yapılmaya başlamıştı. Irıza Küçükkaya ve arkadaşlarının cümbüşünü, klarnetini dinleyen gurbetçi hemşerilerimiz, kendi iç dünyalarında Emirdağ’ı, sevdalarını yeniden yaşıyorlardı.
Zaman değişti, insanlar değişti. Avrupa’daki hayat standartları yükseldi. Küçük kahve odalarında yapılan düğünlerin yerini, modern düğün salonları ve beş yıldızlı otellerin konferans salonlarındaki görkemli düğünler aldı. Ama değişmeyen tek şey vardı: Bizim Edeler.
Gent’te, Fakı Edeer’in müzik evinde karşıma çıkan manzara, bana geçmişi hatırlattı. Rahmetli Irıza Küçükkaya’nın torunları, “Grup Dostlar” adıyla bir müzik orkestrası kurmuşlardı. Dedelerinin klarnetini ellerine aldıklarında, sanki hâlâ Ibıdığın’ın, Irıza Küçükkaya’nın, Kör Bektaş’ın ruhu notaların arasında dolaşıyordu.
İşte bu yüzden diyorum ki: Yıllar geçse, nesiller değişse, düğünlerimiz köy kahvesinden otel salonlarına taşınsa da bizim edeler değişmiyor. Çünkü onların klarnetinde, bizim yüreğimizde hâlâ aynı melodi çalıyor.
Şükrü Sağlam- Ocak 2008
Yorum Yazın
Facebook Yorum