Doğrudur dünyaya farklı baktığım.
Kendi penceremden bakıyorum hep. Yaşadıklarımla, izlediklerimle, gördüklerimle bütünleşiyorum.
Özümle harmanlayıp yine benliğimle bakıyorum dünyaya. Ama herkesin bunu kendince böyle yaptığı kesin. Bütün insanlar kendi oldukları gibi bakarlar dünyaya. Kendi kişiliğiyle görürler. O yüzdendir benim mesela renklerdeki tonları gördüğüm. Başkalarının ne gördüğüne kefil değilim, değiliz. Olamam da, olamayız.. Tıpkı onların ne yapsalar benim/bizim bakışımızın aynısını göremeyeceği gibi. Ben de onların durduğu yerden dünyayı göremiyorum. Göremem.
Görüşlerimiz farklı ve buraya kadar açık ve net.
Asıl zor olan görüş mesafesinden sonrası. Farklı görüşten olanı yargılamamak. Farklı görüşte olanı dışlamamak. Farklı olanı farkı yüzünden hor görmemek. Zorla kendi görüşünü kabul ettirmemek. Saygı denilen şey çok zor evet biliyorum. Sadece aynı fikirde olanlara vermek istiyor insan. Bu hepimiz için öyle. Kabul görmediğin bir şey'e saygı duymak kadar zoru yok çünkü. Onaylamadığı benimsemediğini ve istemediğini, hatta tahammül edemediğin şeye nasıl saygı duyulur. Ama bir de olaya bakarken, karşındaki olanın hakkını gasp ettiğinde, aynı hakkı onun da kendinde bulduğunu unutmamak gerekir. Çünkü aynı fikirde buluşulan bir tek nokta var bütün taraftar için.
Haklılık...
Geri kalan hiç bir görüş uyuşmasa da, herkes kendini haklı buluyor bu dünyada. Renkler ve zevkler nasıl tartışılmıyorsa görüşler için de bir kural olsa keske. Ama yok öyle kolay çözüm. En ufak olaylarda bile çıkmaza girildiğini gördük zamanla. Kaldım ki gündemi yoran büyük meselelerde insanlar hemfikir olsun veya anlayışla karşılasın. Çok zor bir şey bu.
Neyse konuyu birazda gündemde olan olaylara taşıyalım bu arada gündem demişken. Benim fikrim önemli değil diye zaten başlığa peşinen yazmıştım. Ama illa gözlemlediğimi de yazmadan edemiyorum. Corona (korona) virüsümüz dünyayı hala aldığı etkisi halinde sürdürmekte. Virüsümüz diyorum çünkü artık sadece Çin'in sorunu değil, hepimizi sorunu oldu bir anda. Sorun hepimizin olmasına rağmen, tabi her alandaki konular gibi bu da kimine daha çok etki yaptı diğerine bakarak. Bir şeyler oluyor, yaşanıyor ve bizler de boyun eğiyoruz diyenler de var. Güvenlik polisi gibi davrananlar da var. Hatta bıraksan devleti yönetecekler bile var gibi.
Herşey zaten olacağına varıyor diyelim. Kimileri duruma göre ayak uydurup ve herşeyden uzak dururken, bazıları da kendi istediğini yapıp topluma karışıyor. Uzak durmanın tam tersini yapmaktan çekinmiyor. Çelişkili bir durum çıkıyor sonuçta ortaya ama herşey normal gibi aynı zamanda. Herkes muhabir sanki bu aralar ve mantar gibi fikirler ürüyor her yerde. Korkunç senaryolar birbirini takip ediyor. Nelere inanacağımızı şaşırdık desem yanılmam sanırsam. Ekranı açma gibi cesaretin varsa bu aralar ilk olarak tuvalet kağıdı çıkıyor karşına. Zamanın stand-up leri oldular bir anda. Diğer yandan İtalyada üzücü yaşananlar. İtalyayı hızla takip eden Avrupanın diğer ülkeleri. Eline kalemi alan yazan yazana. Daha önce neredeydin diyesi geliyor bazen insan yazıp çizilenleri okuduğunda. Ben bile biliyordum başımıza gelecekleri. Hem İtalyaya sıçramadan evvel bile biliyordum. Çin de yaşananları gördüğümde içimi sarmıştı korku. Buralara geleceğinden emindim. Virüs bu engel olunacak bir şey değil ki diyordum kendime. Bir yandan dua ediyordum gelmesin diye tabi. Ama sonuçta korksan da korkmasan da gelecekti. Bana bir şey yapmaz diye düşünenlere bile bakmaz hasta eder diyordum ve korkuyordum herkesin adına. Şu, bu buralı demez diyordum, demiyor da zaten...
Her neyse artık, bu virüsü tetikleyen ortaya çıkaran, şu an sonuç ortada. Suçu yarasaya atsakta, atmasakta sonuç değişmeyecek. Geçmemiz gereken süreç artık söz konusu. Hepimizin birlikte ama yalnızlık içinde geçmesi gereken bir süreç. Kimimiz evde eli boş ve ne yapacağını bilmeyerek, boş boş yıkamaktan başka. Kimileri de elinden geldiğince zor bir durumu iyiye çevirme çabasında ve evde olanların yerinde olma isteğiyle yüreğinde. Hastane de çalışanlar gibi. Bir de olayları siyasi ve dini boyuta taşıyanlar var tabi bu durumda. Burada gördüğümüz ise insan sayısı kadar görüş var. Sırf bu yüzden baştan benim fikrim önemli değil diye yazmıştım. Zaten çözüm değilse attığın fikir, uzak durup susmak gerekir diye düşünmekteyim kendimce. Benim kendi adıma yapabileceğim tek şey, zorunlu karantinayı olabildiğince en iyi duruma çevirmek. Benim kendi şahsım için, bu okumak, yazmak, resim yapmak ve düşünmek gibi şeyler. Kendimle diyaloğa girmek gibi. Bu arada farkettiğim bir şey de, uzun süredir buna zamanımın olmamasıydı. Kendimdeki sükuneti geri bulmama virüs neden oldu sanki... Ama bir de üzücü boyutu var tabi, rahatsız eden boyutu aynı zamanda. Ölümler zaten acı, bir de yalnızlık eklenince iyice acıtıyor yakınlarını. Bir de yetmiyormuş gibi insan üzerinde psikolojik etkisi var tabi yaşananların. Neredeyse bütün işlerim ve etkinliklerim iptal oldu mesela. Hayat durdu birden bire. Herkesle gelen düğün bayram diyemiyor insan bu gibi durumda. Milyonlarca insanda aynı şekilde gelişti ve hayatlar durdu. Ev işi harici her şey iptal hayatımızda. Bu aralar kalan üç beş işe de gitmeden önce on defa teyit ediyorum. Geçen gün yine öyle bir gündü.
Bir sürü telefon görüşmesi sonrası, nihayet işin iptal olmadığını kesinleştirip hastaneye çalışmaya gittim. Telefon görüşmelerimizin amacı gereksiz dışarı çıkmamak. Çünkü bu günlerde randevülarin bir çoğu zamanlı ve zamansız iptal durumunda. Bazen boşuna yol yaptığım da olmuştu. Neyse buğün işi garantiye alıp gittim. İş yerine çok erken varınca, sebebi ise yolların daha tenha olmasıydı başka zamanlara bakarak. Arabada beklemeyi tercih ettim. Vakit yaklaşınca arabadan çıkıp hastane kapısına vardım. Herzaman elimi kolumu sallaya sallaya gittiğim yere bu defa gelişi güzel giremedim. Önce zile basıp içeriden birisinin dışarıya gelip anlıma termometre tutmasıyla hasta olup olmadığıma baktılar. 35 derece iyi deyip, kapıda beklememi söyledi. Eskiden içeri alıp çay kahve ikramında bulunuyorlardı. Şimdiki kriz ile bırak çayı kahveyi... İçerde beklememe bile musade etmediler. Kendimi bir suç işlemiş ve ceza almış okul çocuğu gibi hissettim bir an. İyi olan şeylere ne çok alışıyor insan. Elimizde var olduğu sürece kıymetini biliyoruz desekte, elimizden gidinceye kadar çokta kıymet görmüyor aslında günlük hayatımızdaki küçük şeyler. O an dışarıda kalınca o bir fincan kahvenin eksikliği bile ağır geldi. Kapıda beklemek zorunda kaldığım kadar ağırdı. İki işin arasındaki boş vakitlerde oturup bir fincan kahve içecek yerin artık olmaması bile ayrı bir ruhsal ağırlıktı o an. İnsanların yüzlerindeki tedirginlik zaten başlı başına uzucu ve her insanın karşısındaki insana taşıyıcı gözüyle bakması. Koridorlarda birbirinin yanından geçerken duvarlara girecek kadar uzaklaşan insanlar. Hele de insanların en çok ziyaretçiye ihtiyaçları olan yerde, ziyaretlerin yasaklanması..
İlk defa işimi sevmeyecek gibi oldum.
Bu virüs bizleri daha da çok ayrıştırdı gibi sanki. Bazılarına göre pozitif yönleri de çoktu. Ama ben şu an onları göremez haldeyim. Bir an önce bitsin ve herşey normale dönsün artık yoksa dayanılmaz olacak gibi görünüyor. Bir tek onda hepimiz hemfikiriz bence...
Nerkiz
Yorum Yazın
Facebook Yorum