Bir sabah uyandım ve neden yolları tercih etmiyorum deyip kiyafetlerimi toplayıp arabaya yerleştirdim. Buzdolabında zaten kayde değer şeyler yoktu. Olan üç beş şeyi bir çantaya koydum ve evde ne kadar pet şişede su varsa yanıma aldım. Özgürlüğümüzü git gide elimizden almışlardı zaten. Yok aşı yaptırmazsan bazı yerlere giremezsin. Yok test olmazsan bazı yerlere gidemezsin derken iyice kısıtlanmış hissetmiştik toplum olarak kendimizi. Bunalımın sınırındaydı bir çok insan. Sırf bu yüzden zaten dünya hastalıklarla boğuşsa bile insanların artık üç iğne beş test yaptırıp yine de ülke değiştirmesi onca yasaklara rağmen.
Bunca insan bunu yaparken benim seyirci kalmam olmazdı tabii ki.
Bir ülke yetmezdi artık. Geçmişken bir çok ülke görmeliydim. Çıkmışken saatlerce yollarda olmalıydım. Saat sınırı, maske, aşı... Hiç birini düşünmek istemiyordum. Sınırsız kilometrelerce yol beni bekliyordu. Sınırsız derken bu tam doğru değildi tabii ki. Sınır kapıları vardı, pasaport kontrolleri vardı. Ama gerçekçi olmak gerekirse zaten yolculuğun macerası da orada. Sınır kapılarında beklemelerde, trafiğin sıkışmasında heyecan. Yoksa git git nereye kadar. Boş yollar kadar insanı yoran bir şey yok. Adrenalin , çalışma olan yolda bir'e düşen şeritte ilk sırayı kapmakta. Ya da sınır kapısında iki şeritli yolda beş arabalık yol yaratmakta. Ne uyku kalıyor insanda ne yorgunluk. Kimse kimseye yol vermemek için sağlam nöbette. Survivor gibi bir şey bir nevi. Bazıları ölümüne savaşırcasına koruyor bulunduğu şeridi.
Dedim ya, asıl yolculuğun macera sı sınır kapılarında.
Maço erkeklerin küfürlü ağızları sonucu beş erkeğin birden çatışması demektir gümrük kapısı. Şimdiye kadar hiç bir sorunsuz geçen sınır kapısı görmedim. Genelde nedense en çok sıkıntı ise Ana Vatana girerken yaşanıyor. Herkes bir an önce kavuşmak istiyor. Öyle bir gerilim oluşuyor ki bir şehri yirmi dört saat ışıklandıracak voltaj üretiliyor insanlar tarafından. Keşke ölçebilsek o anlardaki gerilimin gücünü. Vatanın insanlar üzerindeki etkisi nasıl büyük görürdük böylece. Bilmek ayrı görmek ayrı çünkü. Hiç bir yasak dinlemeden yola koyulan insanlar bir araya gelince başka türlü olamazdı zaten.
Ama Vatan'a gelemedik daha aslında. Biraz hızlı gittim. Daha yolculuğu konuşuyorduk. Özgürlüğü konuşuyorduk. Bir hissiyattır aslında özgürlük . Hem bütün gerekli işlemleri yapıp hem de arabaya binebildiğin için kendini yine özgür hissedebiliyor insan. Yolculuğa ayrı heyecan katıyor test sonuçlarını beklemek biliyorum. Ama ya pozitif çıkarsa! Geri dönüş yine aynı risk. Sanki yeterince risk yokmuş gibi hayatımızda. Yaşamın kendisi zaten en büyük şans oyunu gibi bir şey. Özgürlüğümüz an be an sınanıyor ve kağıt parçalarıyla tehdit altında tutuluyor sürekli. Pozitif olalım derken birden bire negatif olmak için can atan insanlara dönüştük hepimiz. Ömrümde daha hiç pozitif kelimesine bu kadar negatif anlam yüklenmemişti.
Tekrar konuya dönerek ve yolculuk demişken, hazır oradan devam edelim. Ben yine daldan dal'a atlamaya başladım biliyorum. Neyse, yolculuk şans oyunu gibi bir şey.
Beni ve arabamı yollarda görenler bu ne akla hizmet bu arabayla yola çıkmış dediklerini duyuyor gibi oluyorum bazen. Tahmin üretmekte üstüme yok zaten. Gerçi tahminlerden öte zaten defalarca duydum bu sözleri. Yine de vaz geçmiyorum. İsrarla minnak arabamla seyahat ediyorum. Bu yıl Sırp sınır kapısına kadar hiç bir sorun yoktu. Tam orada başlamamış olsada sorun. Kendini orada ortaya atmaya karar vermiş olmalı ki, birden bire bir duman bürüdü görüntümü. Arabanın motoru yanacak günü mü buldu şimdi diye içimden geçen ses isyan bayrağına sarılmaya çalışsa da ben ona meydan vermedim.
Çantamı aldım ve arabayı kendi haline bırakarak çıktım dışarı. Çantamı alma sebebim pasaportum içinde. Araba yanarsa da kimliğim yanımda olsun refleksi. Önümüzde üç kilometre boyunca araba sıralıyken, arkamızda sanırsam on kilometrelik araba dizilmişti. Yavaş yavaş arabanın önünden yan tarafa geçip yangın tüpünü alayım ve hazırlıklı olayım derken bir genç çocuk belirdi yanımda. "Abla araba su kaynattıysa çalışır vaziyette durması daha iyi, tekrar çalıştır arabanı" dedi.
"Camları aç arabayı en yüksek ısıya koy" diyerek talimatlar savuruyordu tam bir gencin yapabileceği tarzdan. "İlk yardımı çağıracağım birazdan" desem de, çocuk arabayı muayene etmekte israrlıydı. Yanına saniyesinde bir genç daha geldi.
Arabanın ön kapağını aç dediler ve kafa kafaya motoru izlemeye başladılar. Abla kapat arabayı çalışmasına gerek yok, su kaynatmamış deyip içime su serptiler. Kısa bir kurs verircesine sorunu açıklamaya başladı ve anladığım kadarıyla yerinden çıkan boru klimanın ince borusuna zarar vermiş ve klimanın gazı kaçmış. Yüksek derecede sıcağın altında çalışan motorun ısısı borunun kaynağını erimiş. Sırasıyla o da yerinden çıkınca uzun süre titreşimden sonra diğerine zarar vermiş. Ama şanslı olduğum noktaya bakarsak, ilk olarak bu gencin arabadan anlaması tabii ki. İkinci olarak benim klima kullanmamam arabada. Üçüncü olarak arabanın başka arızası olmaması.
Sıralama önceliği göre değişebilir tabi, ama üç nokta da ayrı ayrı çok önemli hususlar.
O arada bir de üçüncü şahış geldi ve arabanın nesi var diye sordu. Aynı zamanda yardımını sundu. Gençler aynı açıklamayı ona da yaptılar. Bir yandan da arabayı itiyorlar ki sıra kaptırmayalım arkadan gelen araçlara. Üçüncü şahış Belçikadan gelen bir yolcuymuş ve Fransalı gençlerle hemen kaynaştı. Arabasında Action dan aldığı bir yapışkan ile çıkan boruyu bantlayabileceğimizi söyledi. Bu üçüncü kurtarıcı Limburg bölgesinde yaşadığını söyledikten sonra bantı getirdi ve yine üç beş metre arabayı ittikten sonra tekrar motor kapağını açıp arabanın yarasını sardık.
Bu arada etrafımızda bulunan bütün yolcular yalnız seyahat ettiğimi öğrendiler. İlginç bir olaymış gibi gelen geçen ciddi sen yalnız mı çıktın yola diye sormaktan çekinmiyorlardı. Ben de yalnız değilim ki, Allah var demekten başka cevap bulamamıştım. "Hem bakın bana sizleri yolladı. Hemen yardıma koştunuz" dedim. Yurdum insanı işte böyle. Hem kavgaya koşar. Hem de yardıma. Benimle kimsenin kavga etmediğine seviniyordum bir yandan. Bir taraftan bu yardım severlere teşekkür savuruyordum. İyi ki varlardı ve benimle aynı yolda aynı yerdelerdi. İlk Yardım sigortam vardı. O bir güvenceydi. Ama ilk yardım gelecekte, beni bu izdihamın içinde bulacakta ve bu kadar kolay arabayı tamir edecekti... İnanmıyorum ve sanmıyorum. Yaradanın bize yolladığı ilk yardım gibisi var mı? O an binlerce şükür yolladım sanırsam.
Ben ise tekrar özgürlüğüme kavuşmuştum. Özgürlüğüm ise o an Action dan alınan bir yapışkanın uçundaydı. Beni götürdüğü yere kadar gidecektim.
Nerkiz
Yorum Yazın
Facebook Yorum