Yolda kalmıştım en son yazımda. Yolculuğumu anlatıyordum ve arabamın ufak arızası vardı. Çok kolay bir şekilde çözülmüştü. Farklı da olabilirdi tabii ki. Arabanın sorunu çözülmüştü çözülmesine de, benim kafamda milyonlarca soru türemişti ardında. Kendime hesap sormalar başlamıştı. Sorgulamalar...
Soruların bir çoğu, yalnız kadın ve yolculuk denince insanların tepkisiydi. İyi niyetten yalnız yolculuk yapmasaydı düşünceleri, buna inanıyorum. Ama her ülkenin kendi kadın kadın şoför ü vardı yollarda. Yollar tehlikeli olsa o ülkelerin kendi kadınları da o yolları kullanmazdı. Belki yabancı plakalı araçlar daha çok dikkat çekiyor diyeceğim, ama her ülkede o kadar çok pahalı araç gördüm ki, bu da bu korkulara sebep olamazdı.
Bilinmeyenin sevilmemesi sanırsam asıl korkuyu körükleyen.
Bir de yolda giden birisinin yaşadığı hikayenin kulaktan kulağa büyümesi ve çoğalması herhalde. Ya da benim araba kayde değer olmadığından kimse dönüp bakmıyor. Korku korkuyu mu çekiyor demeden edemeyeceğim. Korkmadan çıkmak gerek belkide yola. Başına gelecekler zaten yazılmışsa onu illa göreceksin inancı korkuyu yenemiyor çoğunda bu kesin.
Neyse ben çift sigortalı bir araçla çok da kafaya takmıyordum ve başıma gelmeden olası şeyler için de hayatımı bir kenarda geçirmeye razı değildim. Derme çatma bir çözümle Kapıkuleye yol almaya başladım ve 72 saatlik pcr testimin süresi dolmadan gümrüğe girme çabasını veriyordum. Zamana karşı yarışmak zaten yerince ve yeterince heyecanlıydı.
Yol boyu bütün yolda kalmış yerli ve yabancı plakalı araçlar gözüme takılmaya başladı. Kimi dökülüp saçılmış ve yayılmış etrafa yardım bekliyordu. Kimi motor kapağını açmış bir yerlere bakıyordu. Bazen biri arızalı üç araç ard arda duruyordu. Genelde onlar yabancı yolculardı. Mesela üç araç Almanya veya üç araç Hollanda gibi. Bunlar yalnız seyahat etmek istemeyenlerdi haliyle.
Dikkatimi çeken olay ise hiç bir kimse yolda kalan yolcuların yanına durup yardım sormamasıydı. Gerçi sürülen hızla durmak zaten ayrı bir mesele, ama hamle dahi yapan yoktu. Ben de o bakarak geçen yolculardan biriydim. Kadınlar ise hiç bir şekilde durup yardım edebilirmiyim diye sormuyordu. Ama kendisi büyük ihtimal yolda kalsa yardım beklerdi. Beklediği şeyi niye başkasına sunmaz insan?
Birici olarak zaten araç tamirinden anlamaz diyecek çoğu. O halde neden dursun yardım gerekiyor mu diye sorsun der gibi olduğunuzu duyar gibiyim. İkinci olarak kendini zayıf görür büyük ihtimal. Çünkü öyle eğitilmiş yıllarca. Belli beyinlere kazınmış kurallar var. Halbuki araç tamirini öğrenmek için erkek olmak şart değil.
Babam mesela bundan yaklaşık 32 yıl önce bana lastık patladığında nasıl tamir edilir öğretmişti. Hatta sadece onunla kalmamıştı. Babamla beraber arabanın yağını, suyunu ve filtresini bile değiştirmiştik. Bujiler desen dilimde alışık kelimelerden biriydi. Ampülü patlasa arabanın hemen yenisini takardık. Bir gün akü bitmişti onu başka araca bağlayarak tekrar harekete geçirmiştik. Kırmızı kırmızıya, siyah siyaha bağlanıyordu.
Şimdilerde sorsalar, arabamda böyle bir alet var mı bilmiyorum. Bagajda bir yedek lastik olacak biliyorum ama hiç görmedim. Kirkoyu çıkarsam bile nasıl kullanacağımı hatırlar mıyım, yine soru işareti. Durum öyle vahim ki, motor kapağı nasıl açılıyor bilmiyordum. Türkiyeye gelince ilk işim onu öğrenmek oldu. Şimdi en azından onu açabiliyorum.
Tabi sorular hala kafamda. Kadınları bırakta, kaç erkek bu saydıklarımı yapabiliyor, o da ayrı bir mesele demeden edemiyorum. Sanırsam bu çağın erkeği de bu konuda kadınları aratmaz. Hepimiz birlikte bilgisiz kaldık. Şu an motor kapağını açsan bile yağın kapağını bulmakta güçlük çekersin. Her şey ustaca gizlenmiş. Herkes garajcılara bağımlı. Arabalar akıllandıkça, çep telefonu misali, bizler unuttuk.
Siğorta şirketlerine güvenmek de tembelleştirdi bizi. Yolda kalırsam telefon var ararım düşüncesi zaten tembelleştirdi hepimizi. Böyle böyle bağımlılıklarımız farkına varmadan çoğaldı. Bir de kendimizi özgür sanmıyormuyuz. Sanıyoruz...
Gümrük kapısına gelince sönüyor özgürlük havamız ve duaların bini bir, Allahım nolur aracı boşaltmasınlar, yağ gibi geçeyim kontrolden diye. Bütün gümrüklerde yağ gibi geçtim ben. Önceki yıllarda öyleydi. Küçük arabanın avantajı sanırsam. Zaten içine bir şey sığmıyor. Kendi adıma çok mutluydum. Üzüldüğüm bir sürü insan da vardı. Talihsizce kontrole tabi tutulanlar için çok üzülüyordum.
Bir defa kıl payı kurtulmuştum. Gümrük bile değildi orası ama polis gıcıklık yapsaydı o üç poşeti, iki elmayı ve 7 şişe suyu indirirdim artık. Dur bir de yastık ve yorganım vardı, iki de şapkam. Aşınmış harita ve üç beş kağıt parçalarını da unutmamak gerek. Alman polisi petrole kadar arkamdan takip edip arabamı park ettiğimde önüme durdu ve tekrar bir yere gitmeni engelledi. Gelip yanıma pcr testi sordu. Kimse bakmıyor, sormuyor diye Facebook sayfalarında bir sürü yazı okumuştum.
Test kağıdımı uzattım ve transit yolcu olduğumu söyledim. Nereye diye sordular ben de Türkiye dedim. Belgemi verdi ve kimliğimi sordu. Kimliği inceledi ve sigara alkol var mı diye sordu bu defa polislerden biri. Kullanmıyorum dedim. Son soru uyuşturucu var mı diye geldi. Herhalde yüz ifadem olmadığını inandırdı ki, polis güldü ve kimliğimi uzatıp "gutte fahrt" dedi. Benimse aklımda orda da deli deli sorular vardı. Esrar bulunduran birisi aceba var mı diyordu?!!
Başka bir pürüz yaşamadan Türkiyeye gelmiştim.
Nerkiz
Yorum Yazın
Facebook Yorum